15 Mayıs 2017 Pazartesi

Lisan Davamız Üzerine Denemeler-1

Selamün Aleyküm

Kalemi tuttuğum şu lahza belki de hayatımın en ehemmiyetli lahzalarından bir tanesidir. Uzun zamandır alaka hissettiğim lakin üzerine yoğunlaşmanın 3 ay kadar önce ancak nasip olduğu bir konudan dem vuracağım. Bu konuya alaka hissettiğim vakit, üzerinde yazı yazmam lüzumunun son derece ehemmiyetli olduğunu bununla alakalı da yakın çevremin hatta ileri safhalarda kıymetli meslektaşlarımın da konu üzerinde farkındalığının olması gerektiğini düşündüm. Şükür ki konu üzerinde yazmak bugüne nasip oldu ve bu öncekiler gibi makale tarzında olmayacak, samimi bir üslub ile bir deneme silsilesi başlatacağım dedim. Çünkü konunun ehemmiyetini anlatmam gerekiyor ve sıkıcı bir yazıyı kimse okumayacaktır. O yüzden denemeler kısa ve samimi olacaktır. İlk düşündüğüm vakit bunun en az 30 tane olması gerekiyor dedim, lakin şu an ne kadar olur bilmiyorum, gittiği yere kadar gideceğim.

Neyse meramımızı şöyle kısa bir hülasa ettikten-özetledikten- sonra neyin bizi dertlendirdiğine değinelim. Müzdaribi olduğum mevzunun aksine günümüz safsata Türkçesiyle meramımı beyan etmeye çalışacağım. Çünkü böylelikle anlaşılacağımı ümid ediyorum. Zaten öteki türlü yazmaya kalkışsam, henüz bende öğrenme safhasında olan bir cahil olduğum için yazamıyor, uzunca vakitler kaybediyorum. Ancak bir gün onu da bu şekilde sular seller gibi yazabileceğim umudunu muhafaza ederek çalışıyorum.

Mevzunun ne olduğunu net olarak anlatmadan önce-haddizatında hiçbir vakit anlatmayacağım- şunu bilelim. Yakın tarihimizde zuhur eden bana göre en önemli hadise inkılaplardır. Cumhuriyet ilan edildikten sonra gelişen ve temel amacının yüzümüzü Mekke’den Paris’e döndürmek olan inkılapların hiçbirini kabul etmediğimi bildirmek isterim. Lakin bunların içinde bir tanesi vardır ki; hissiyatımı en sert biçimde buğzettiğim bir konudur; Lisan! Kadim devletimiz Osmanlı, kendi döneminde diğer devletlere mukayesen birçok konuda en iyisi olduğu gibi lisan konusunda da en iyisidir yahud en iyilerindendir. Neden böyle bir çıkarımda bulunuyoruz? Çünkü bu lisan oluşturulduğu safhada Arapça ve Farsça’nın zenginliğine gönlünü açmıştır. Arapça ve Farsça o dönemde-bu dönemde de- dünyanın edebiyat alanında nam salmış, ciddi bir birikimi olan dillerdi. Osmanlı medeniyeti de bu iki kadim medeniyeti kendi medeniyet sahasında, kendi lisanıyla cem ederek aldı ve dünyanın en zengin lisanlarından birini oluşturdu. Bu noktada konuşulan lisan, halkın meramını dillendirmesine engel olmadığı gibi, inançlarını öğrenmesinde de kolaylık sağlıyordu ki aslında bu iş yapılırken de en önemli ölçüt olarak kabul edilen şey buydu.

Şimdi konudan biraz uzaklaşıp işin özüne inelim. İslam’a en çok hizmette bulunmuş iki milletten; Araplar ve Türklerden bahsedeceğiz. Evvela ‘Kur’an neden Arapça indirildi?’ sualine birçok kişi işin kolayına kaçarak ‘Allah böyle takdir etti’ der. İşin bu yanı muhakkak ki doğrudur. Allah’ın takdiri olmadan herhangi birşeyin olması mümkün değildir. Lakin bu işin derinine inecek olursak Allah’ın takdirinin bu yönde cereyan etmesi boşa değildir. Kur’an nazil olmadan 2000 yıl öncesine kadar Allah Araplara bir edebiyat meyli bahşetmiştir. Böylece Araplar düzenledikleri panayırlarda ben daha veciz söz söylerim, benim sözüm seninkini döver, seninki benimkini geçemez diye yarışmaya başladılar. 2000 yıllık bir birikimin ardından Arap lisanı öyle bir hale geldi ki kervanda 5. Sıradaki deve bile şahsına münhasır bir kelime ile çağrılmaya başlandı. İşte Allah’ın insanlara dinini tebliğ etmesi için Arapça bu yüzden ilahi bir takdir ile tercih edilmiştir. Yeri geldiğinde az kelime ile-insanoğluna külfet olmaması açısından- hedefleneni anlatabilme ve hedefleneni doğru anlatabilme son derece elzemdir. Allah’ın takdirinin bu yönde tecelli etmesinin sebebi Arap lisanının meziyetleri olduğunu söylemek mümkündür. Tabii bununda yine Allah tarafından verilen bir meziyet olduğunu unutmamak lazımdır. İkinci hizmetkar kavime gelince, Türkler Orta Asya’daki hayatlarında henüz yerleşik hayata geçmemişlerdi. Çetin hayat koşulları hakim olduğundan ve Türklerin bölgedeki diğer milletler ile olan münakaşalarından ötürü bu millette de bir harbçilik yeteneği haiz oldu. Türkler gittikleri her bölgede Moğol yahud Çin ile harbe girdiler ve böylece savaş konusunda türlü kabiliyetlere sahip oldular.-Türkler harb konusunda o derece ilerlediler ki; ordusu Türklerden oluşan Abbasi hükümdarı-ki aynı zamanda halifedir- şevhetli Arab kadınları ile evlenip rahata alışmasınlar, savaşçılık meziyetlerini kaybetmesinler diye Türklere ayrı bir şehir kurdurdu.-  İslam ile şereflendikten sonra Batı’ya yöneldiler ve ilk olarak Acemler ile muhatap oldular. Daha sonra Van civarlarına gelen Türkler, bilahare tüm Anadolu’ya yerleştiler. Bu vetirede savaş koşullarının hakim olması dolayısıyla lisanda da o yönde bir gelişme hakimdi ve göçebe hayatın etkisiyle edebiyat hiç gelişmediğinden vasat bir lisana sahip idiler. Lisandaki ‘vur, kır, git, gel, bin, in, ok, yay’ gibi kelimelerin bu şekilde tek heceli oluşu dönemin şartlarındandır. Bu kelimeler ‘Üsküdar’a gider iken türetilmiş kelimeler değillerdir’. Harb vaziyetinde meramını en ivedi ve müessir bir şekilde aktarma ihtiyacı hasıl olduğundan ötürü bu tarz emir kelimeleri Türkçe’de tek hecelidir.

İşin diğer bir yönünü ele alacak olursak; Türklerin bu durumları yani savaşçı bir içtimai yapıya sahip olması onları edebi manada geliştirememiş lisanları vasat kalmıştır. İslam ile müşerref olup Batı’ya göç ettiklerinde bu noksanlıklarının etkisiyle ilk olarak Farsça bilahare Arapça kelimeleri ihtiyaca binaen almışlardır. Orta Asya’dan Batı’ya doğru ilk göç ettiklerinde takdiriniz ilk olarak Acemler-İranlılar ve çevresi- ile karşılaştılar. Bu yüzden yine o dönemde Arapça kadar zengin bir lisan olan Farsça’dan oldukça fazla etkilendiler. Örneğin; namaz ve cami gibi kelimeleri Arapça’da bulamazsınız. Bir Arab namaza salat, camiye mescid der. Bunlar Farsça’dan lisanımıza cem olmuş kelimelerdir. Bilahare Anadolu’ya giren Türkler ardından ihtiyacı olduğu birçok kelimeyi alıp Acem dilleri, Arapça ve Türkçe’den ortak bir lisan oluşturdular. Hal böyle olunca lisan çok zenginleşti ve kurulan köklü devletler sayesinde de aynı lisan kıtalar arası hüküm sürer hale geldi. Türkçe savaş koşullarından dolayı haiz olamadığı bir zenginliğe kavuşmuş idi.

Aynı dilin bugün ne derece maskara hale düşürüldüğünü başlattığımız bu silsilede değerlendireceğiz. Şu anda bu yazıyı okuduğunuz lisan bir lisan değil, uydurma kelimelerle dolu bir safsatalar yığınıdır.

Başlattığımız deneme silsilesinde bu konuları enine boyuna ele alacağız. Lisandaki yıkım hareketlerini peyderpey tetebbu edeceğiz-analiz edeceğiz-. Son olarak genç kardeşime şunu söylemek isterim; bir yabancı lisan öğrenmek için vaktini ve parasını cömertçe ziyan eden kardeşim, bu sedaya kulak ver!-Yabancı lisan muhakkak öğren- Kendi lisanını konuş! Unutma sen gittiği her yerde kan dökmüş, sömürmüş, mankurtlaştırmış bir Anglo Sakson değilsin!

                                                                                            Alican Yeniçeri
                                                                                      Mayıs 2017,ANKARA 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder