Lisan Davamız Üzerine Denemeler-1
Kalemi
tuttuğum şu lahza belki de hayatımın en ehemmiyetli lahzalarından bir
tanesidir. Uzun zamandır alaka hissettiğim lakin üzerine yoğunlaşmanın 3 ay
kadar önce ancak nasip olduğu bir konudan dem vuracağım. Bu konuya alaka
hissettiğim vakit, üzerinde yazı yazmam lüzumunun son derece ehemmiyetli
olduğunu bununla alakalı da yakın çevremin hatta ileri safhalarda kıymetli
meslektaşlarımın da konu üzerinde farkındalığının olması gerektiğini düşündüm.
Şükür ki konu üzerinde yazmak bugüne nasip oldu ve bu öncekiler gibi makale tarzında olmayacak, samimi bir üslub ile bir deneme silsilesi başlatacağım dedim. Çünkü
konunun ehemmiyetini anlatmam gerekiyor ve sıkıcı bir yazıyı kimse
okumayacaktır. O yüzden denemeler kısa ve samimi olacaktır. İlk düşündüğüm
vakit bunun en az 30 tane olması gerekiyor dedim, lakin şu an ne kadar olur
bilmiyorum, gittiği yere kadar gideceğim.
Neyse
meramımızı şöyle kısa bir hülasa ettikten-özetledikten- sonra neyin bizi
dertlendirdiğine değinelim. Müzdaribi olduğum mevzunun aksine günümüz safsata
Türkçesiyle meramımı beyan etmeye çalışacağım. Çünkü böylelikle anlaşılacağımı
ümid ediyorum. Zaten öteki türlü yazmaya kalkışsam, henüz bende öğrenme
safhasında olan bir cahil olduğum için yazamıyor, uzunca vakitler kaybediyorum.
Ancak bir gün onu da bu şekilde sular seller gibi yazabileceğim umudunu
muhafaza ederek çalışıyorum.
Mevzunun
ne olduğunu net olarak anlatmadan önce-haddizatında hiçbir vakit
anlatmayacağım- şunu bilelim. Yakın tarihimizde zuhur eden en mühim hadisata şöyle bir bakınca tabiidir ki en nazar-ı dikkatimizi en celb edici şeyler inkılaplar olarak ön safa çıkmaktadır. Kadim devletimiz Osmanlı, kendi döneminde diğer devletlere
mukayesen birçok konuda en iyisi olduğu gibi lisan konusunda da en iyisidir
yahud en iyilerindendir. Neden böyle bir çıkarımda bulunuyoruz? Çünkü bu lisan
oluşturulduğu safhada Arapça ve Farsça’nın zenginliğine gönlünü açmıştır.
Arapça ve Farsça o dönemde-bu dönemde de- dünyanın edebiyat alanında nam
salmış, ciddi bir birikimi olan dillerdi. Osmanlı medeniyeti de bu iki kadim
medeniyeti kendi medeniyet sahasında, kendi lisanıyla cem ederek aldı ve dünyanın
en zengin lisanlarından birini oluşturdu. Bu noktada konuşulan lisan, halkın
meramını dillendirmesine engel olmadığı gibi, inançlarını öğrenmesinde de
kolaylık sağlıyordu ki aslında bu iş yapılırken de en önemli mizan olarak kabul
edilen şey buydu.
Şimdi
konudan biraz uzaklaşıp işin özüne inelim. İslam’a en çok hizmette bulunmuş iki
milletten; Araplar ve Türklerden bahsedeceğiz. Evvela ‘Kur’an neden Arapça
indirildi?’ sualine birçok kişi işin kolayına kaçarak ‘Allah böyle takdir etti’
der. İşin bu yanı muhakkak ki doğrudur. Allah’ın takdiri olmadan herhangi
birşeyin olması mümkün değildir. Lakin bu işin derinine inecek olursak Allah’ın
takdirinin bu yönde cereyan etmesi boşa değildir. Kur’an nazil olmadan 2000 yıl
öncesine kadar Allah Araplara bir edebiyat meyli bahşetmiştir. Böylece Araplar
düzenledikleri panayırlarda ben daha veciz söz söylerim, benim sözüm seninkini
döver, seninki benimkini geçemez diye yarışmaya başladılar. 2000 yıllık bir
birikimin ardından Arap lisanı öyle bir hale geldi ki kervanda 5. Sıradaki deve
bile şahsına münhasır bir kelime ile çağrılmaya başlandı. İşte Allah’ın
insanlara dinini tebliğ etmesi için Arapça bu yüzden ilahi bir takdir ile
tercih edilmiştir. Yeri geldiğinde az kelime ile-insanoğluna külfet olmaması
açısından- hedefleneni anlatabilme ve hedefleneni doğru anlatabilme son derece
elzemdir. Allah’ın takdirinin bu yönde tecelli etmesinin sebebi Arap lisanının
meziyetleri olduğunu söylemek mümkündür. Tabii bununda yine Allah tarafından
verilen bir meziyet olduğunu unutmamak lazımdır. İkinci hizmetkar kavime
gelince, Türkler Orta Asya’daki hayatlarında henüz yerleşik hayata
geçmemişlerdi. Çetin hayat koşulları hakim olduğundan ve Türklerin bölgedeki
diğer milletler ile olan münakaşalarından ötürü bu millette de bir harbçilik
yeteneği haiz oldu. Türkler gittikleri her bölgede Moğol yahud Çin ile harbe
girdiler ve böylece savaş konusunda türlü kabiliyetlere sahip oldular.-Türkler
harb konusunda o derece ilerlediler ki; ordusu Türklerden oluşan Abbasi
hükümdarı-ki aynı zamanda halifedir- şevhetli Arab kadınları ile evlenip rahata
alışmasınlar, savaşçılık meziyetlerini kaybetmesinler diye Türklere ayrı bir şehir
kurdurdu.- İslam ile şereflendikten
sonra Batı’ya yöneldiler ve ilk olarak Acemler ile muhatap oldular. Daha sonra
Van civarlarına gelen Türkler, bilahare tüm Anadolu’ya yerleştiler. Bu vetirede
savaş koşullarının hakim olması dolayısıyla lisanda da o yönde bir gelişme
hakimdi ve göçebe hayatın etkisiyle edebiyat hiç gelişmediğinden vasat bir
lisana sahip idiler. Lisandaki ‘vur, kır, git, gel, bin, in, ok, yay’ gibi
kelimelerin bu şekilde tek heceli oluşu dönemin şartlarındandır. Bu kelimeler
‘Üsküdar’a gider iken türetilmiş kelimeler değillerdir’. Harb vaziyetinde
meramını en ivedi ve müessir bir şekilde aktarma ihtiyacı hasıl olduğundan
ötürü bu tarz emir kelimeleri Türkçe’de tek hecelidir.
İşin
diğer bir yönünü ele alacak olursak; Türklerin bu durumları yani savaşçı bir
içtimai yapıya sahip olması onları edebi manada geliştirememiş lisanları vasat
kalmıştır. İslam ile müşerref olup Batı’ya göç ettiklerinde bu noksanlıklarının
etkisiyle ilk olarak Farsça bilahare Arapça kelimeleri ihtiyaca binaen
almışlardır. Orta Asya’dan Batı’ya doğru ilk göç ettiklerinde takdiriniz ilk
olarak Acemler-İranlılar ve çevresi- ile karşılaştılar. Bu yüzden yine o
dönemde Arapça kadar zengin bir lisan olan Farsça’dan oldukça fazla
etkilendiler. Örneğin; namaz ve cami gibi kelimeleri Arapça’da bulamazsınız. Bir
Arab namaza salat, camiye mescid der. Bunlar Farsça’dan lisanımıza cem olmuş
kelimelerdir. Bilahare Anadolu’ya giren Türkler ardından ihtiyacı olduğu birçok
kelimeyi alıp Acem dilleri, Arapça ve Türkçe’den ortak bir lisan oluşturdular.
Hal böyle olunca lisan çok zenginleşti ve kurulan köklü devletler sayesinde de
aynı lisan kıtalar arası hüküm sürer hale geldi. Türkçe savaş koşullarından dolayı
haiz olamadığı bir zenginliğe kavuşmuş idi.
Aynı
dilin bugün ne derece maskara hale düşürüldüğünü başlattığımız bu silsilede
değerlendireceğiz. Şu anda bu yazıyı okuduğunuz lisan bir lisan değil, uydurma kelimelerle dolu bir safsatalar yığınıdır.
Başlattığımız
deneme silsilesinde bu konuları enine boyuna ele alacağız. Lisandaki yıkım
hareketlerini peyderpey tetebbu edeceğiz-analiz edeceğiz-. Son olarak genç
kardeşime şunu söylemek isterim; bir yabancı lisan öğrenmek için vaktini ve
parasını cömertçe ziyan eden kardeşim, bu sedaya kulak ver!-Yabancı lisan
muhakkak öğren- Kendi lisanını konuş!
Alican Yeniçeri
Mayıs 2017,ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder