DİN EĞİTİMİ
Mevcut olan bütün varlıklarla doğaya
salınan insan, zaman içinde çoğalmış ve bireysel değerlerle
sınıflandırılamayacak bir hal almıştır.Kalabalıklaşan insan olgusunun birey
sınırlarını çatlattığı ve artık kültür toplulukları kurmaya başladığı görülmüştür.Hal
böyle olunca bu toplulukların herhangi bir karışıklığa meydan vermeden düzen
içinde yaşaması ihtiyacı hasıl olmuş ve bu ihtiyaca cevaben ‘eğitim’ denen olgu
biraz da insanın yaradılışından dolayı kendiliğinden var olup, zamanla
toplumların bilinçlendirilmesi için sistematik bir zemine oturtulmuştur.Ortaya
çıkışı insanlık tarihi kadar eski olan bu olgu bir bakıma insanın içinde olan
merak, öğrenme ve öğretme muhtevasının ortaya çıkış şeklidir.
Tarih boyunca insanlar oluşturdukları
kültürü edindikleri tecrübeleri kendinden sonra gelen insanlara
aktarmışlardır.Buradaki kültür kavramının içi oldukça geniştir ve genellikle
yaradılışı gereği muhakkak ki bir şeye inanmaya eğilimli olan insanın dini
inançları çevresinde şekillenmiştir.İnsan inandığı değerlerle bir yaşayış
biçimi ortaya koymuş zamanla bunu evirip çevirip düzene sokmuş ve bunu bir
sisteme oturtmuştur.İlk medeniyetlerde insanın doğal bir merak duygusundan
kaynaklı sorgulayışı ve doğaötesi kavramları yorumlamaya çalışmasıyla bir
‘Tanrı’ gerçekliği anlaşılmış olup ona tabiiyet hissi insan zihninde etkin
olmuştur.Böylece medeniyetler bu gerçeğin çerçevesinde gelişip günümüze
ulaşmıştır.Yani kısacası din bu noktada son derece belirleyicidir.Peki
toplumların yaşayışlarına bu derece nüfuz etmiş olan bu kavram nedir?Din
kavramı kelime anlamıyla yorumlanmaya çalışıldığında daima tam anlamıyla bir
fikir birliğine varılamamakta ve yapılan yorumlar farklı bir bakış açısı
kazandırmaktan öteye geçememektedir.Bu yorumlara bakıldığında bir bakıma yorumu
yapan kişinin teslimiyeti de büyük bir etkendir.Zira dini, yaşam tarzına
oturtmuş ve kusursuz bir biçimde yaşamaya çalışan ile ona ayak uydurmaya
çalışan veya onu hayatına hiç katmayan şahsiyetlerin tanımının birbirlerine
olan uyumsuzluğu göze çarpacak bir durumdur.Lakin bilimsel açıdan bakılacak ve
genel bir değerlendirme yapacak olursak din, bireyin dünyadaki yaşayışı boyunca
karşılacağı hemen tüm konularda bireye rehber
olarak sunulmuştur.Semavi dinlerin veya insan zihniyle üretilmiş dinlerin
hemen hepsi bireyin iç ve dış dünyası hakkında bir yönlendirici niteliği
taşımış ve ona daima iyiyi, doğru olanı telkin etmiştir.İnsan, kendisine
doğruyu telkin eden bu mefhumu alıp hayatının merkezine oturtmuş ve bunun
çevresinde yaşamıştır.Bu noktada insanın bir yaratıcının varlığına ilişkin
beyninde var ettiği tahayyüllerin payı büyüktür.
Bir mefhumun anlamının farkına tam
anlamıyla varılabilmesi için o mefhumu oluşturan kelimelerin anlamları
irdelenmelidir.’Din Eğitimi’nin ‘Ne’liği hakkında net bir fikir birliğine
varılması çok zordur.Çünkü onu oluşturan kavramların karşılığı kişiden kişiye
göre değişmektedir.Din ve Eğitim kavramları üzerinde net bir tutuma varılamasa
da ana hatlarıyla anlatılan gibidir ve bir araya geldikleri ‘Din Eğitimi’
olgusu tezahür etmektedir.Nüfusu arttıkça ‘insan’ sayısının azaldığı günümüz
dünyasında birey din eğitimine eskiden olduğundan daha muhtaçtır.Kendi başına
aciz bir kul olan insan sürekli birilerinin rehberliğine kendisi farketmese
bile ihtiyaç duyar.İşte bu mefhum tam olarak bu noktada devreye girer.Sürecin
‘Nasıl’lığı ve bilime uygunluğu günümüz ilahiyat profesörlerinin gündem
konusudur.Eğitimin diğer alt başlıkları gibi din eğitimi de ailede başlamalıdır
ve bunu takriben okulda
zenginleştirilerek devam etmelidir.Bu süreçte din eğitimi olgusunun
bilimle bağının koparılmaması hatta güçlendirilmesi gerekmektedir.Dini, bilimle
açıklama bu şekilde öğretme konusu açıldığında din ve bilim mefhumları yanyana
getirilmekten korkulmamalıdır.Zaten din eğitimi kavramının ta kendisi bizi
‘pozitif ve sosyal bilimler’e itmektedir.Çünkü din eğitimi kendine has bir
teknik ve anlatıyla öğretilmesi gerektiğinden fen ve sosyal bilimlerinin
yanında bir bilim alanı olarak ortaya çıkmıştır.Bunu özele indirgeyecek olursak,
İslam dininin kutsal kitabında konu ile ilgili 300 civarında ayet
vardır.Sürekli olarak ‘Düşünmez misiniz?, Akletmez misiniz?’ gibi sorularla Kur’an
insanın akıl dinamiğini diri tutmasını, irdelemesini, hikmete(doğru bilgiye)
erişmenin adeta bir hayat vazifesi olduğunu telkin eder.Tüm bunların yanında
İslam ile felsefe yan yana gelmez diyen din görevlilerini anlamak mümkün
olmayan ayrı bir konudur.Ayrıca bilimsel metodu telkin eden 300 civarı ayetin
yanında insanlığa bir model olarak gönderilen son peygamberin sözlerine bakacak
olursak; Nebi ‘İlim ve hikmet müminin yitik malıdır.Onu nerede bulursa alır.(Tirmizi)’,
‘İki günü birbirine eşit olan ziyandadır(Ettergip)’ gibi sözleriyle ilmin
önemini vurgulamaktadır.
Din
eğitimi gibi ilim dolu bir mefhum üzerinde uğraşılırken de bunun bireye
yansımasının olumlu olması amacıyla olaya bilimsel yaklaşılması gerektiğini
belirtmiştik.Geleneksel yöntemlerin aile içinde veya okul hayatında
kullanılması bireyi aydınlatmadığı gibi kişiliğini de kısıtlamaktadır.---Örneğin
İslam’ı yaşayan eski toplumların ‘kadın’ algısı hatalar içermekteydi.Onlar
kadının görevlerini daima kadınlara daha sert bir şekilde uygulamış ve bazı
kesimlerde kadın evde oturan bir hizmetçi bir köle algısıyla tanımlanmıştır.Bu
toplulukların ‘aydın’ olan bazı kesimleri de buna karşı çıkıp bunun abartılı
bir şekilde günümüzde dahi zıddını öne sürmüşlerdir.Bu ve buna benzer durumlar
din eğitiminin geleneksel olarak anneden, babadan veya öğretmenden kalma
öğütlerle veya tamamen kendi kafasıyla yorumlamadan dolayı ortaya
çıkmıştır.Oysa İslam, erkeğe eşine nasıl davranması gerektiğini öğütlemiş hatta
çalışma gibi zor bir sorumluluğu da kadın için şartlara bağlamıştır.İslam’ın
kadına olan bu tutumu birtakım sosyolojik ve psikolojik durumları da beraberinde
getirmektedir.Hal böyle olunca din eğitimi bilime mal edilip toplumlar bununla
aydınlatılmalıdır ki birey eşine karşı daha nezaketli olsun ve ‘aydın’ kesim
kadını gereksiz bir biçimde ön planda tutmasın.---Bu durum ‘çocuk’ örneği
içinde geçerlidir.Toplumumuzun kafasında çocuk nereye çekersen oraya giden bir
yapıya sahiptir ve genellikle aileler çocuklarına bu doğrultuda muamele yaparak
bir şeyleri empoze etme çabasındadır.Bu tutumun psikolojik bazı sıkıntılara yol
açabildiği günümüz örnekleriyle mevcuttur.Bu noktada psikoloji, çocuk gelişimi
gibi bilim dallarının buna tutumu incelenmeli ve İslam’ın emrettiği bir şekilde
çocuk üzerinde uygulanmalıdır.Tabi ki bu, çocuğu el üstünde tutma onu şımartma
anlamına gelmemektedir.Böyle bir durumda ise ne yapılacağı yine o bilimsel
uğraşılarda mevcuttur.
İslam dünyasında ve ülkemizde din
eğitimi alanı ne kadar önemsenmektedir?Bu konuda neler yapılmıştır,
yapılmaktadır?İslam dünyasında din eğitimi aslında Kur’an’ın indirilmeye
başlamasıyla başlamıştır.İndirilen vahyin yazılıp, okutulup, ezberlenmesi bir
nevi eğitim faaliyetlerinin başı olarak kabul görebilir.Bu alanda mukaddes
eserler ise 8. Yüzyıldan itibaren kaleme alınmıştır.Avrupa bundan birkaç asır
sonra başlamış olsa bile bu alanda bizden daha ilerdedir.Çünkü Avrupa’da 19.
Yüzyılın sonlarına doğru din eğitimimin bilimsel zemine oturtulması gerektiği
farkedilmiş ve bu yönde adımlar atılmıştır.Bizde ise bu 1980’lerde
gerçekleşmiştir.8. yüzyıldan itibaren girilen bu yolda İslam aleminde dini
eğitimin yapılabilmesi için sırasıyla küttablar, mescidler ve medreseler İslam
dininin insanlara aşılanışının temelini oluşturmuştur.Ülkemizde de bu eğitim
kurumları varlığını sürdürmüştür.Ancak ülkemizde dini nitelikli eğitim
kurumlarının yanında ‘modern’ anlamda eğitim kurumları açılınca bu da bu alanda
çalışan intelijansiyayı yeni arayışlar içine itmiştir.Bu alanda yapılan işlerden
biri önemli bir adım olarak Medreset’ül Eimme ve’l Huteba’nın açılmış
olmasıdır.1913 yılında kurulan ve günümüz ‘İmam-Hatip Okulu’ adını ve
niteliğini taşıyan bu okulun amacı İslam dininin medeniyetini ve faziletini tüm
dünyaya anlatabilecek ehil insanlar yetiştirmek olarak belirlenmiştir.Sonraları
‘modern’ anlamda açılan Sıbyan mektepleri, Rüşdiye, İdadi ve Sultani adı
verilen öğretim kurumlarında din eğitimi bir branş dersi olarak programa dahil
olmuş ve okutulmuştur.Dikkat edilmesi gereken bir husus olarak geleneksel
öğretim kurumlarında din merkezli bir öğretinin yanında pozitif ilimler de
bilimsel çerçeveye dikkat edilerek verilmiştir.Ancak ‘modern’ anlamda açılan bu
okullarda din eğitimi tek bir ders ile temsil edilerek eğitimin içerisinde bir
branş pozisyonuna düşürülmüştür.1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat(Öğretim
Birliği) kanununun yürürlüğe girmesiyle yeni düzenleme yapılmış ve din dersi
merkez konumundan branş konumuna indikten sonra atılan bu adımla tamamen devre
dışı bırakılmıştır.1939-49 yılları arasında din dersi olmadığı için temel
bilgiler yüzeysel biçimde farklı branştaki derslere eklenmeye ve öğretilmeye
çalışılmıştır.Bu durum sırasıyla 1949-56-67 yıllarında ilkokul, ortaokul ve
liselerde kaldırılmış ve isteğe bağlı bir şekilde okutulmaya başlanmıştır.1982
yılına kadar isteğe bağlı olan bu ders o yıl içinde yapılan anayasa ile ilkokul
4. Sınıftan lise son sınıfa kadar zorunlu ders haline getirilmiştir.Günümüzde
de geçerliliğini koruyan bu uygulamanın yanında imam hatip lise ve orta
okulları yaygınlaştırılmıştır.İsteğe bağlı olarak okutulan bu kurumlar
öğrencinin bir okula yönlendirilip otomatik kaydı yapıldıktan sonra öğrenci
velisinin başvurusu ile imam hatip kurumlarına kaydı yapılabilmektedir.Sonraki
adım olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan adımlara paralel olarak kurulan
İlahiyat fakülteleri varlığını sürdürmektedir.Ayrıca Yüksek Öğretim Kurulu’nun
15 Ağustos 2013 yılındaki aldığı kararla İslami İlimler fakülteleri kurulmuş,
İlahiyat programlarının teknik anlamda izlediği misyon buralara entegre
edilmiştir.
Sonuç olarak, ana hatlarıyla
anlatılmaya çalışılan din ve eğitim mefhumları hem tanım aşamasında hem metod
aşamasında sorunlar yaşamaktadır.Modern eğitimin getirdiği dini öğretim
teknikleri ve bazı geleneksel kurumların-ve zihinlerin- tetkik ettiği bilim dışı metod bu vecibenin
hakkıyla yerine getirilmesinin önünde bir engeldir.Bunun tetkik sürecindeki
tarihsel birtakım kuruluşlar ve bu kavramın bugün geldiği konum yukarıda
görüldüğü gibidir.
Eylül 2015/ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder