7 Ağustos 2016 Pazar



                                                                              DİN EĞİTİMİ

          Mevcut olan bütün varlıklarla doğaya salınan insan, zaman içinde çoğalmış ve bireysel değerlerle sınıflandırılamayacak bir hal almıştır.Kalabalıklaşan insan olgusunun birey sınırlarını çatlattığı ve artık kültür toplulukları kurmaya başladığı görülmüştür.Hal böyle olunca bu toplulukların herhangi bir karışıklığa meydan vermeden düzen içinde yaşaması ihtiyacı hasıl olmuş ve bu ihtiyaca cevaben ‘eğitim’ denen olgu biraz da insanın yaradılışından dolayı kendiliğinden var olup, zamanla toplumların bilinçlendirilmesi için sistematik bir zemine oturtulmuştur.Ortaya çıkışı insanlık tarihi kadar eski olan bu olgu bir bakıma insanın içinde olan merak, öğrenme ve öğretme muhtevasının ortaya çıkış şeklidir.


         Tarih boyunca insanlar oluşturdukları kültürü edindikleri tecrübeleri kendinden sonra gelen insanlara aktarmışlardır.Buradaki kültür kavramının içi oldukça geniştir ve genellikle yaradılışı gereği muhakkak ki bir şeye inanmaya eğilimli olan insanın dini inançları çevresinde şekillenmiştir.İnsan inandığı değerlerle bir yaşayış biçimi ortaya koymuş zamanla bunu evirip çevirip düzene sokmuş ve bunu bir sisteme oturtmuştur.İlk medeniyetlerde insanın doğal bir merak duygusundan kaynaklı sorgulayışı ve doğaötesi kavramları yorumlamaya çalışmasıyla bir ‘Tanrı’ gerçekliği anlaşılmış olup ona tabiiyet hissi insan zihninde etkin olmuştur.Böylece medeniyetler bu gerçeğin çerçevesinde gelişip günümüze ulaşmıştır.Yani kısacası din bu noktada son derece belirleyicidir.Peki toplumların yaşayışlarına bu derece nüfuz etmiş olan bu kavram nedir?Din kavramı kelime anlamıyla yorumlanmaya çalışıldığında daima tam anlamıyla bir fikir birliğine varılamamakta ve yapılan yorumlar farklı bir bakış açısı kazandırmaktan öteye geçememektedir.Bu yorumlara bakıldığında bir bakıma yorumu yapan kişinin teslimiyeti de büyük bir etkendir.Zira dini, yaşam tarzına oturtmuş ve kusursuz bir biçimde yaşamaya çalışan ile ona ayak uydurmaya çalışan veya onu hayatına hiç katmayan şahsiyetlerin tanımının birbirlerine olan uyumsuzluğu göze çarpacak bir durumdur.Lakin bilimsel açıdan bakılacak ve genel bir değerlendirme yapacak olursak din, bireyin dünyadaki yaşayışı boyunca karşılacağı hemen tüm konularda bireye rehber  olarak sunulmuştur.Semavi dinlerin veya insan zihniyle üretilmiş dinlerin hemen hepsi bireyin iç ve dış dünyası hakkında bir yönlendirici niteliği taşımış ve ona daima iyiyi, doğru olanı telkin etmiştir.İnsan, kendisine doğruyu telkin eden bu mefhumu alıp hayatının merkezine oturtmuş ve bunun çevresinde yaşamıştır.Bu noktada insanın bir yaratıcının varlığına ilişkin beyninde var ettiği tahayyüllerin payı büyüktür.


          Bir mefhumun anlamının farkına tam anlamıyla varılabilmesi için o mefhumu oluşturan kelimelerin anlamları irdelenmelidir.’Din Eğitimi’nin ‘Ne’liği hakkında net bir fikir birliğine varılması çok zordur.Çünkü onu oluşturan kavramların karşılığı kişiden kişiye göre değişmektedir.Din ve Eğitim kavramları üzerinde net bir tutuma varılamasa da ana hatlarıyla anlatılan gibidir ve bir araya geldikleri ‘Din Eğitimi’ olgusu tezahür etmektedir.Nüfusu arttıkça ‘insan’ sayısının azaldığı günümüz dünyasında birey din eğitimine eskiden olduğundan daha muhtaçtır.Kendi başına aciz bir kul olan insan sürekli birilerinin rehberliğine kendisi farketmese bile ihtiyaç duyar.İşte bu mefhum tam olarak bu noktada devreye girer.Sürecin ‘Nasıl’lığı ve bilime uygunluğu günümüz ilahiyat profesörlerinin gündem konusudur.Eğitimin diğer alt başlıkları gibi din eğitimi de ailede başlamalıdır ve bunu takriben okulda  zenginleştirilerek devam etmelidir.Bu süreçte din eğitimi olgusunun bilimle bağının koparılmaması hatta güçlendirilmesi gerekmektedir.Dini, bilimle açıklama bu şekilde öğretme konusu açıldığında din ve bilim mefhumları yanyana getirilmekten korkulmamalıdır.Zaten din eğitimi kavramının ta kendisi bizi ‘pozitif ve sosyal bilimler’e  itmektedir.Çünkü din eğitimi kendine has bir teknik ve anlatıyla öğretilmesi gerektiğinden fen ve sosyal bilimlerinin yanında bir bilim alanı olarak ortaya çıkmıştır.Bunu özele indirgeyecek olursak, İslam dininin kutsal kitabında konu ile ilgili 300 civarında ayet vardır.Sürekli olarak ‘Düşünmez misiniz?, Akletmez misiniz?’ gibi sorularla Kur’an insanın akıl dinamiğini diri tutmasını, irdelemesini, hikmete(doğru bilgiye) erişmenin adeta bir hayat vazifesi olduğunu telkin eder.Tüm bunların yanında İslam ile felsefe yan yana gelmez diyen din görevlilerini anlamak mümkün olmayan ayrı bir konudur.Ayrıca bilimsel metodu telkin eden 300 civarı ayetin yanında insanlığa bir model olarak gönderilen son peygamberin sözlerine bakacak olursak; Nebi ‘İlim ve hikmet müminin yitik malıdır.Onu nerede bulursa alır.(Tirmizi)’, ‘İki günü birbirine eşit olan ziyandadır(Ettergip)’ gibi sözleriyle ilmin önemini vurgulamaktadır.


         Din eğitimi gibi ilim dolu bir mefhum üzerinde uğraşılırken de bunun bireye yansımasının olumlu olması amacıyla olaya bilimsel yaklaşılması gerektiğini belirtmiştik.Geleneksel yöntemlerin aile içinde veya okul hayatında kullanılması bireyi aydınlatmadığı gibi kişiliğini de kısıtlamaktadır.---Örneğin İslam’ı yaşayan eski toplumların ‘kadın’ algısı hatalar içermekteydi.Onlar kadının görevlerini daima kadınlara daha sert bir şekilde uygulamış ve bazı kesimlerde kadın evde oturan bir hizmetçi bir köle algısıyla tanımlanmıştır.Bu toplulukların ‘aydın’ olan bazı kesimleri de buna karşı çıkıp bunun abartılı bir şekilde günümüzde dahi zıddını öne sürmüşlerdir.Bu ve buna benzer durumlar din eğitiminin geleneksel olarak anneden, babadan veya öğretmenden kalma öğütlerle veya tamamen kendi kafasıyla yorumlamadan dolayı ortaya çıkmıştır.Oysa İslam, erkeğe eşine nasıl davranması gerektiğini öğütlemiş hatta çalışma gibi zor bir sorumluluğu da kadın için şartlara bağlamıştır.İslam’ın kadına olan bu tutumu birtakım sosyolojik ve psikolojik durumları da beraberinde getirmektedir.Hal böyle olunca din eğitimi bilime mal edilip toplumlar bununla aydınlatılmalıdır ki birey eşine karşı daha nezaketli olsun ve ‘aydın’ kesim kadını gereksiz bir biçimde ön planda tutmasın.---Bu durum ‘çocuk’ örneği içinde geçerlidir.Toplumumuzun kafasında çocuk nereye çekersen oraya giden bir yapıya sahiptir ve genellikle aileler çocuklarına bu doğrultuda muamele yaparak bir şeyleri empoze etme çabasındadır.Bu tutumun psikolojik bazı sıkıntılara yol açabildiği günümüz örnekleriyle mevcuttur.Bu noktada psikoloji, çocuk gelişimi gibi bilim dallarının buna tutumu incelenmeli ve İslam’ın emrettiği bir şekilde çocuk üzerinde uygulanmalıdır.Tabi ki bu, çocuğu el üstünde tutma onu şımartma anlamına gelmemektedir.Böyle bir durumda ise ne yapılacağı yine o bilimsel uğraşılarda mevcuttur.


          İslam dünyasında ve ülkemizde din eğitimi alanı ne kadar önemsenmektedir?Bu konuda neler yapılmıştır, yapılmaktadır?İslam dünyasında din eğitimi aslında Kur’an’ın indirilmeye başlamasıyla başlamıştır.İndirilen vahyin yazılıp, okutulup, ezberlenmesi bir nevi eğitim faaliyetlerinin başı olarak kabul görebilir.Bu alanda mukaddes eserler ise 8. Yüzyıldan itibaren kaleme alınmıştır.Avrupa bundan birkaç asır sonra başlamış olsa bile bu alanda bizden daha ilerdedir.Çünkü Avrupa’da 19. Yüzyılın sonlarına doğru din eğitimimin bilimsel zemine oturtulması gerektiği farkedilmiş ve bu yönde adımlar atılmıştır.Bizde ise bu 1980’lerde gerçekleşmiştir.8. yüzyıldan itibaren girilen bu yolda İslam aleminde dini eğitimin yapılabilmesi için sırasıyla küttablar, mescidler ve medreseler İslam dininin insanlara aşılanışının temelini oluşturmuştur.Ülkemizde de bu eğitim kurumları varlığını sürdürmüştür.Ancak ülkemizde dini nitelikli eğitim kurumlarının yanında ‘modern’ anlamda eğitim kurumları açılınca bu da bu alanda çalışan intelijansiyayı yeni arayışlar içine itmiştir.Bu alanda yapılan işlerden biri önemli bir adım olarak Medreset’ül Eimme ve’l Huteba’nın açılmış olmasıdır.1913 yılında kurulan ve günümüz ‘İmam-Hatip Okulu’ adını ve niteliğini taşıyan bu okulun amacı İslam dininin medeniyetini ve faziletini tüm dünyaya anlatabilecek ehil insanlar yetiştirmek olarak belirlenmiştir.Sonraları ‘modern’ anlamda açılan Sıbyan mektepleri, Rüşdiye, İdadi ve Sultani adı verilen öğretim kurumlarında din eğitimi bir branş dersi olarak programa dahil olmuş ve okutulmuştur.Dikkat edilmesi gereken bir husus olarak geleneksel öğretim kurumlarında din merkezli bir öğretinin yanında pozitif ilimler de bilimsel çerçeveye dikkat edilerek verilmiştir.Ancak ‘modern’ anlamda açılan bu okullarda din eğitimi tek bir ders ile temsil edilerek eğitimin içerisinde bir branş pozisyonuna düşürülmüştür.1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat(Öğretim Birliği) kanununun yürürlüğe girmesiyle yeni düzenleme yapılmış ve din dersi merkez konumundan branş konumuna indikten sonra atılan bu adımla tamamen devre dışı bırakılmıştır.1939-49 yılları arasında din dersi olmadığı için temel bilgiler yüzeysel biçimde farklı branştaki derslere eklenmeye ve öğretilmeye çalışılmıştır.Bu durum sırasıyla 1949-56-67 yıllarında ilkokul, ortaokul ve liselerde kaldırılmış ve isteğe bağlı bir şekilde okutulmaya başlanmıştır.1982 yılına kadar isteğe bağlı olan bu ders o yıl içinde yapılan anayasa ile ilkokul 4. Sınıftan lise son sınıfa kadar zorunlu ders haline getirilmiştir.Günümüzde de geçerliliğini koruyan bu uygulamanın yanında imam hatip lise ve orta okulları yaygınlaştırılmıştır.İsteğe bağlı olarak okutulan bu kurumlar öğrencinin bir okula yönlendirilip otomatik kaydı yapıldıktan sonra öğrenci velisinin başvurusu ile imam hatip kurumlarına kaydı yapılabilmektedir.Sonraki adım olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan adımlara paralel olarak kurulan İlahiyat fakülteleri varlığını sürdürmektedir.Ayrıca Yüksek Öğretim Kurulu’nun 15 Ağustos 2013 yılındaki aldığı kararla İslami İlimler fakülteleri kurulmuş, İlahiyat programlarının teknik anlamda izlediği misyon buralara entegre edilmiştir.


         Sonuç olarak, ana hatlarıyla anlatılmaya çalışılan din ve eğitim mefhumları hem tanım aşamasında hem metod aşamasında sorunlar yaşamaktadır.Modern eğitimin getirdiği dini öğretim teknikleri ve bazı geleneksel kurumların-ve zihinlerin-  tetkik ettiği bilim dışı metod bu vecibenin hakkıyla yerine getirilmesinin önünde bir engeldir.Bunun tetkik sürecindeki tarihsel birtakım kuruluşlar ve bu kavramın bugün geldiği konum yukarıda görüldüğü gibidir.

Eylül 2015/ANKARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder